28 Eylül 2007 Cuma

selam

selam arkadaşlar sitemiz hayırlı olsun.inşallah "amacına uygun" kullanırsak çok güzel işler yapacağız burda

27 Eylül 2007 Perşembe



BAYRAMLAR BAYRAM OLA - 4

Yağma var yukarı katta
Benim canım çıkar altta
Çabalarım, akar terim
Allah kerim.

Zulüm köklendi, dallandı
İşkenceler “yasal”landı
Küfür içer, zılgıt yerim
Allah kerim.

Yokluk kırıyor dizimi
Zamlar güldürür yüzümü(!)
Sıkıntıdan kalkmaz serim
Allah kerim.

Bayram gelmiş.. gelir belki
Ben tebrik-mebrik bilmem ki
“Bayram bayram ola” derim
Allah kerim.

Geri
Antoloji
Arkadaşına Gönder
Yukarı



ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP

Zindan iki hece. Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün "maruzât"!
Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
1961


Geri
Antoloji
Arkadaşına Gönder
Yukarı

25 Eylül 2007 Salı



SİVAS'TA YOKSUL ÇOCUKLAR

Sivas'ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!

Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri...
'Boya cila yimbeş,boya cila yimbeş' diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.

Garipler Pazarı'nda körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Boş hamal!boş hamal!boş hamal!

Nane satan su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya...
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya...

Bezirci'de,Yüceyurt'ta Altıntabak'ta...
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan...

Ve günahkar çocuklar,suçlu çocuklar
Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi
Bu suç bizim suçumuz,bu günah bizim
Affedin bizi.

Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden,alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan.

Geri
Antoloji
Arkadaşına Gönder
Yukarı

FIKRA

Donemin amerika ingiltere ve Turkiye Basbakanlari biraraya gelmis ve toplanti sonunda basinin sorularini yanitliyorlarmisGazeteci sormus:- ulkenizde 4 kisilik bir aile ne kadar gelirle rahat bir hayatsurebilir siz onlara ne kadar oduyorsunuz?amerika basbakani:- amerikada 4 kisilik bir aile 5000 dolar ile rahat bir yasam surebilir, biz onlara 6500 dolar oduyorum geri kalan 1500 dolari naparlar bilmiyorum.ingiltere basbakani:- ingilterede ayni aile 4000 pound ile rahat yasar, biz 5000veriyoruz 1000 pound nereye gidiyor bilmiyoruzTurkiye Basbakani:- Turkiyede ayni ailenin aclik siniri 800 000 000 TL dir. Biz onlara300 000 000 TL veriyoruz geriye kalan 500 000 000 TL yi nereden buluyorlar bizde anlamis degiliz

aç kapıyı

Aç Kapıyı
Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.
Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.

Necip Fazıl Kısakürek

Seçmeler

ARiF NiHAT ASYADAN SEÇMELER


Onlar asil doğmuslar çocugum;Bize de asil ölmek kalmis

Biz kadinimizin ölüsünü erkeğe yikatmayiz.

Orada iyi bir adama rastlarsan,bil ki orali değil.

Asil suallerin cevaba ihtiyaci yoktur.

Mezarliktan geçtim...Ölüleri bir Fatiha'nın sevabini paylasmak için çekişir gördüm.

Secdede alnina bir diken batarsa bu toprağin secdeni kabul ettiğinden süphe etmelisin.

Öfkelenme ey mizrap... sen göz oymak için yaratilmadin.

Sen bu koşuyu kaybeder miydin,yiğidim gölgen ayağina çelme takmasaydi.

Oblomov47

ÇAN SESİ

Çan SesiOdamda yanan mumu üfledi bir çan sesi. Gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi. Önümden bir hız geçti, aktı ateşten izler; Açıldı kıvrım kıvrım toprak altı dehlizler. Şimşekler yanıp söndü, şimşekler sönüp yandı; Derindeki sarnıçta durgun sular uyandı. Sağa sola sallanıp, dan, dan, dan, çaldı çanlar, Durmadan çaldı çanlar, durmadan çaldı çanlar, Sular ürperdi, eşya ürperdi, tunç ürperdi; Çanlar, kocaman çanlar, korkunç korkuç ürperdi. Gördüm ki, adım adım, gölge gölge keşişler. Ebedi karanlığın mahzenine inmişler...
YALAN DÜNYA (15698 Hit)İlk günden alıştığımız emektar dünya,Anne yüzünde dost yüzünde evlat yüzünde.Her sabah yeniden başlayan şeye doymadık,Düşümüz gerçeğimiz ne varsa yeryüzünde.Gökyüzü belledik şu ürperen maviliği,Başımız darda kalınca el açtığımız yer.Gökyüzüdür avutan akıllıyı deliyi,Gökyüzünde bulutlar uçurtmalar ümitler.Her mevsimiyle insanı ayrı ayrı saran,Bunca güzelliği nasıl koyup gideceğiz.Yaman çalacak o çalmayası saat yaman,Geçmiş ola bir kez yumuldu mu gözlerimiz. CAHİT SITKI TARANCI
Yani sende denizsen be marmara
İki boğazın var diye göl demiyorlarsa sana
Canınna okurum ben böyle işin
Haberin var mı ben altı boğaza birden bakarım
Benden sorulur Elif'imin
Benden sorulur dört şeytanımın karın tokluğu
Senin İstanbul'un okula gider mi kağıt kalem ister mi?
Çanakkale'nin çoçuk felci,yatak yorgan yatması var mıdır?
Adalarından birinin bile ah Marmara kara mısır bahtı
Yani sende denizsen marmara
Otur esapla bak,üç kere daha denizim senden
Ama bana deniz diyen yok o başka dava
Sarıyer'in oralara siyah bir nokta koyan yok
Atlaslara falan da yazılmaz tüh ki adım
Ne dersen de dünya tersine dönüyor marmara
Seni Bogazlar besliyor iki ucundan
Ben de altı boğazı ay ortası biten bir maaşla
Kızıp köpürme ama;
Hiç deniz görmesek yutardık beliki Marmara

TÜRKLER'İN TÜRKÜSÜ

TÜRKLER'İN TÜRKÜSÜ

Dilek yolunda ölmek Türkler'e olmaz tasa, Türk'e boyun eğdirir yalnız türeyle yasa; Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa Onu kanla söndürüp parçalarız , yeneriz .

Biz Tufan'ı yarattık uyku uyurken batı, Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı. Sorsan şöyle diyecek gök denilen şu çatı : Türk gücü bir yıldırım, Türk bilgisi bir deniz.

Delinse yer, çökse gök, yansa kül olsa dört yan, Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan, Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz.

Hüseyin Nihal Atsız
ey esmer hüznü hicrandan besleyen sevgili..........

arabacı

Düştüğüm yollar gibi sonsuzdur benim tasam
Bekleyenim olsada razıyım kavuşmasam
Seninde yolun biter diner gözünde yaşlar
Benim talihsiz yolum bittiği yerde başlar
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
Bir GeceOndört asır evvel,
yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü,
bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki:
Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.
Mehmet Akif Ersoy
Her dem yeni dogarız,
Bizden kim usanası
Sevelim sevilelim
Ve her dem yeni dogalım...
...
sanırdım ki yalnız benim elimde güzel
benim ellerimde güzel duruyor güller
bilemedim benden başka eller de varmış
bir de güllerin iki yüzü varmış

su olmadan yaşayamazdı bildiğim güller
ben de kendimi hep o su sandım
akamadım,yanlarına ulaşmam lazımmış
bir de güllerin iki yüzü varmış

ne kadar masum derdim güllere
gülleri hep gördüğüm gibi sandım
nerden bileyim onlar da başkalaşmış
geç öğrendim güllerin iki yüzü varmış
MONA ROZA

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
ACILAR DENIZI
Ben acilar denizinde bogulmusum
isitmem vapur duduklerini , marti cigliklarini
Dalgalar hergun bir baska kiyiya atar beni
Duyarim yosunlarin benim icin agladiklarini


Oluyum coktan, bir baksana gozlerime
Gor, icindeki o kanli cam kiriklarini
Bu ne karanlik , bu ne zindan gece boyle
Butun gemiler sondurmus isiklarini

Ben acilar denizi olmusum, yaklasma
Sularim tuzlu, sularim zehir zemberek
Baksana; herkes icime dokmus artiklarini

Bu karanlik bitse artik, bir ay dogsa
Bir deli ruzgar ciksa; alip goturse
Yillarin icimde biraktiklarini... U.Y. Oguzcan
KALDIRIMLAR (190386 Hit)
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Geri Gelen Mektup
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

Hüseyin Nihal Atsız
AcıVe bir kadin, 'Bize acidan bahset' dedi. Ve o cevap verdi: 'Aciniz, anlayisinizi saklayan kabugun kirilisidir. Nasil bir meyvenin çekirdegi, kalbi Günes'i görebilsin diye kabugunu kirmak zorundaysa, siz de aciyi bilmelisiniz. Ve eger kalbinizi, yasaminizin günlük mucizelerini hayranlikla izlemek üzere açarsaniz, acinizin, nesenizden hiç de daha az harikulade olmadigini göreceksiniz; Ve kirlarinizin üstünden mevsimlerin geçisini kabul ettiginiz gibi, ayni dogallikla, kalbinizin mevsimlerini de onayliyacaksiniz. Ve kederinizin kisini da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz. Acilarinizin çogu sizin tarafindan seçilmistir. Aciniz, aslinda içinizdeki doktorun, hasta yaninizi iyilestirmek için sundugu 'aci' ilaçtir. Doktorunuza güvenin ve verdigi ilaci sessizce ve sakince için; Çünkü size sert ve hasin de gelse, onun elleri 'Görülmeyen'in sefkatli elleri tarafindan yönlendirilir. Ve size ilaci sundugu kadeh dudaklarinizi yaksa da, O'nun kutsal gözyaslariyla islanmis kilden yapilmistir.'

Halil Cibran

senin olmadığın yerde

SENİN OLMADIĞIN YERDE
Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa ben koca bir hayat sığdırdım...Beni sevmemene isyan edip kaçmak,sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak,ruhumun en büyük yanılgısıydı...Hayat bana en acımasız yüzünü sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi...Ve şimdi asıl olmam gereken yerde,hayata başladığım yerde,kalbindeyim...Vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte:Senin olmadığın yerde ne olduğunu biliyorum

ESTİ SEHER YELİ

ESTİ SEHER YELİ SÖKÜLDÜ SELLER
GİDİYORUM KÖMÜR GÖZLÜM AĞLAMA
AĞLAMANIN VAKTİ GEÇTİ NE ÇARE
KEMENT ATIP YOLLARIMI BAĞLAMA

SANA DERİM SANA EY KAŞI KEMAN
TÜKENDİ KAMETİM GEÇTİ ZAMANIM
GİDİYORUM YEDİ BENLİ CEVRANIM
YARİM GİTTİ DİYE YÜREK DAĞLAMA


KARACOĞLAN
SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli.
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli.
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

BE FELEK SENİN ELİNDEN

Be felek senin elinden
Hem yanarım hem ağlarım
Gece gündüz durmaz gözüm
Başımı döver ağlarım

Karac'oğlan düştü derde
Gece gündüz yanar narda
Hak adı oolduğu yerde
Kabrimden çıkar ağlarım
DONUK AŞK

Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş...
BANA BUNU YAPMAYACAKTIN
Bana bunu yapmayacaktın
Öyle sırtımdan vurmayacaktın beni
Gelişin gibi onurlu olamalıydı gidişin
Ve öylesine gururlu bitişin.
Gel gör ki kötü oynadın bu oyunu
Erken düştü masken yüzünden
Demek sen içimde büyüttügüm bir dev degil
Bir hiçtin
Görüyorsun işte
Gittin
Ve de bittin...

Bana bunu yapmayacaktın
Böyle bir hancerle yıkmayacaktın beni
Bir ihanetin adresi olmamalıydı ayak izlerin
Yoksa ben mi yanlış tanıdım seni?
Yoksa hep böyle kirli miydi senin denizlerin?
İşte ellerimde
Suç ortağın bir sinama biletin
Bir pastahane köşesi
Bir tiyatro gişesi.
Bu kadar ucuza gitmeyecektin
Sigara dumanlarında harçamayacaktın bu aşkı
Ve aşk cellatlarına meze yapmayacaktın beni
Şimdi boş bir mezar bulsan
Seni böylesine sevdiği için
Oraya bırakırdım kalbimi

Bana bunu yapmayacaktın
Böyle küstürmeyecektin şiirlerimi
Kan kırmızısı yagmurlar
Yagdımayacaktın gecelerime
Kanatlarını kırmayacaktın umutlarımın
Beni böyle çıldırtmayacaktın!

Artık
Adın ihaneti çagrıştırıyor bana
Ve tadın birr yılanın en öldürücü zehri
Söyle
Şimdi hangi yüreğe saplanıyorsun
O acımasız hancerini?..
Bilki
Bundan böyle
Yasaklanmış kitaplarım gibisin bana
Yaklaşmam yasak
Dokunmam yasak
Ve ömrümce
Sarılmam yasak sana!..
AHMET SELÇUK İLKAN

CAM TAVAN SENDROMU

Cam Tavan Sendromu Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görür.Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar.Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşer.Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar.Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir.Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır.Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar!Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı "hayat dersi"ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar. "Çünkü engel artık zihinlerindedir."Onları sınırlayan dış engel kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel varlığını sürdürmektedir.Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini gösterir. Buna "*cam tavan sendromu*" denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir.Yapabileceğin, yapabileceğini düşündüğün kadardır.

HERŞEY SENDE GİZLİ

HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can YÜCEL
ÇOCUKLUK
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!
CAHİT SITKI TARANCI

24 Eylül 2007 Pazartesi

ATATÜRK DİYOR K

Atatürk Diyor ki!

* Türk demek, dil demektir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

* Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun ulusal dili ve bengi, bütün yaşamında egemen ve temel olacaktır.

* Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz.

* Dilin zengin ve ulusal almaşı, ulusal duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil bilinçli olarak işlensin.

* Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. — 2 Eylül 1932

* Türk demek, dil demektir. Ulusun çok açık niteliklerinden birisi de dildir. Her şeyden Önce ve kesinlikle Türkçe konuşulmalıdır. — 1932

* Türkçe konuşmayan bir insan; Türk harsına, Türk topluluğuna bağlılığım iddia öderse, buna inanmak doğru olmaz.

* Türk affının kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün, dikkatli, ilgili olmasını isteriz. — Kasım 1937

* Ülkesini, yüksek bağımsızlığım korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. — 1 Kasım 1932